Buluşabilmek için...
Hayatımızın bir akışı varsa eğer, bizden çok önce saptanmış bir şeydir kuşkusuz.İşte bu türden bir <yön> kavramını yok edecek hayati bir randevunun saçma sapan, abuk sabuk bir kaza yüzünden gerçekleşmemesi talihsizlik değil, olsa- olsa <yazgı> denilen şeydir her halde.. İnsanoğlu “Yazgı” nın karşısında her hangi bir yeltenmede bulunmak istemiyor anlaşılan.! Rica
ederim benimle alay etmeyiniz Mösyö Pavlov! Yıllar öncesinde
bıraktığım bir aşk hikayesi hakkında bilmediğim bir şeyler anlatıyorsunuz.
Verdiğiniz bu bilgilerin doğru olduğuna nasıl inanabilirim? İnanacak
olursam eğer, bu bilgiyle baş başayken yaşamaya nasıl devam edebilirim? Tedirgin
olmayın lütfen. Hiç birini tedirginlik
yaratmak için söylemiyorum. Ama bakın, yıllar öncesinde kaldığını söylediğiniz
bir aşk hikayesi, bu gün de yanaklarınızı kırmızılaştırıp, sesinizi
titretebiliyor.. Değil mi?
Öylesi bir randevu, ya bir kere gelir başımıza,
ya da hiç!.. Ama belki de
her dakika, her an başımızda duran, bizim ise yalnızca, gelip-geçen bir
hismiş gibi algıladığımız, O’ dur. Hani olur ya!.. Birden bire başlayan
bir baş ağrısı, neden gittiğimizi bilmeden gittiğimiz o yerler.. Ya da
birden bire içimize düşen ve hiç gitmeyecek gibi gelen, ucu bucağı görünmeyen
karamsarlık. Biliyor musunuz nasıl hissediyorum? İşte bütün bu tuhaf şeylerin,
gövdemizi tümüyle etkisi altına aldığı zamanlarda, kaçıracağımız bir
randevunun çok içeriden gelen bir haberini alıyormuşuz gibi.. “Söyleyeceklerimi
anlayabilmeniz için ikimiz de biraz yorulacağız elbette Fakat sadece o kadarcık!..
Benim gibi bir ayağı çukurda bir ihtiyarın, birden bire anlatabilmek için
çırpındığı bu hikayenin ne olduğu size birazcık heyecan vermiyor mu? Şimdi,
benimle birlikte, yüksek sesle kısacık bir öykü okumanızı isteyeceğim
sizden. Kendi kuşağınızdan biri yazmış besbelli. İşlenmemiş, üstüne düşülmemiş
hissini uyandırıyor. Böyle yazıları sevebiliyorum!.. Plansız oluyorlar.
Olup biteni sezebilme fırsatı veriyorlar sanki. Fakat o kadar zor ki!..” Mösyö Pavlov! Anlayamıyorum, bu çok zor olan nedir? Yanınızda ne kadar deneyimsiz kaldığımın farkındayım. Yazmak hevesim karşısında, hiç sıkılmadan, tam beş yıldır refakat ediyorsunuz bana. Ama şunu söylemeliğim ki; bu gün şaşırtıyorsunuz doğrusu. Yıllar sonra, kendi kuşağımdan bir öykü okumamı istiyorsunuz benden. Hatırlıyor musunuz? Sizi ilk gördüğüm gün, okuduğunuz bir aşk hikayesinin bayağılığından söz edip, onca insanın arasında ağlamıştınız. Sonra da metelik etmeyen imge oburlarından sıkıldığınızı... evet, evet aynen öyle söylediniz, “metelik etmeyen imge oburlarından sıkıldım.” Özenerek masaya bıraktığınız şu sayfalara baktığımda, el yazısı ile çiziktirilip sonra da unutulmuş izlenimi veren birkaç sarı kağıttan başka hiçbir şey göremiyorum. Üzerinde çalışılmamış hissini uyandırdığını da söylediniz! Böyle plansız yazıları sevdiğinizi de..İnanamıyorum!.. İnanamıyorum! Konuşan siz misiniz sahiden? Kötü bir cümleye dayanamayıp kitapları yarım bırakan!.. “Bazen
yazarın sezemediğini, yazının
kendisi sezmiş oluyor, ne dersiniz? Bu türden yazıların
yalpalamaktan başka çaresi yoktur. Bu yalpalamayı seviyorum.
Aşina geliyor. Söyleyin bana: bir aklın başka bir akıldan daha üstün
olmasına imkan var mı? Kızım,
beni son kere dinleyin. Okuyacağımız
yazı da bana öyle geldi.bir kadın ve bir adam arasında geçen, anlaşılır
bir diyalogdur bu. Adamı ben seslendireyim. Kadını da siz.. Bitirdikten
sonra, halen burada durabiliyorsanız eğer, şimdiki zaman ekinin yanıltıcılığı
üzerinde konuşacağım sizinle. Duramayacak, gidecek olursanız... O takdirde,
ne yapabileceğimi şimdiden kestiremiyorum... Fakat ölçüsünü bilmeyecek
kadar heyecanlanacağım. Heyecan insana her şeyi yaptırabilir.
Düşünün ki hiçbir şey
yaptırmayacak denli gücünü çoğalttığı zamanlar olmamış mıdır? Evet
sahiden heyecan insana her şeyi yaptırabiliyor. Seni........ -melisin..-ma-lısın yeşil gömleğimi giyinirken sevgiyle sana
Kadın:- Mavi gömleğini giyin-melisin. Bende kalan siyah kazağını ara-ma-lısın Onu ben giyinmeliğim... Kokun siyah ipliklerin arasına girmiş öylece duruyor. Belki de bana öyle geliyor, seni seviyorum.
Aynaya bakmalısın. Kaybolmasın diye öptüğüm iz yüzünde duruyor
olmalı. Sol yanağında, kulağına yakın bir yerde... Benimle
karşılaşacaksın,dışarı çık.konur sokağa gir,
yüksel kahve’ sine gel. Sıcak bir çay iste, bekletsinler,hemen gelmesin.
Belki ben de içmişimdir aynı bardakla!. Dudaklarını gülümset, şimdiden
başladı karşılaşma.
Gözlerin yollarda olmalı hep, çünkü çabuk-çabuk yürürüm ben.
Dikkatini kaybedersen kaçırabilirsin beni. Kaçırmamalısın.
Saatlerce Oturmalısın için sıkılarak. Ki; bir anlam olsun artık, benim için katlandığın bir can sıkıntısı.. Zıkkımın köküne girsin her kes, ben O’ nu istiyorum demelisin. Dokuz ay yaşadıklarımızı yeniden yaşamalısın oturduğun yerde, çayın içinde, ıslak, seni seviyorum.
Acıkmalısın, iyice bembeyaz
kesilmeli yüzün, oracıkta zayıflamalısın.. Gözlerin kararıyor işte,kulakların
uğulduyor. Demek ki inat ediyorsun beklemek için? Beklemelisin!..
Neden
geçmedim daha,geç mi kaldım yoksa yine? Öyleyse koştura-koştura geçerim,
dikkatini daha da çoklaştırmalısın insanlara.. Biliyorsun ufak tefek bir
kadınım ben, kalabalıklar arasında kaybolabilirim de Neler geçti başımdan kim bilir, nasıl yaşadım bunca zaman, sen de yoktun. Resimlerde solgun görünüyorum, ama acaba gerçekten mutsuz muyum? Umarsın mutsuzumdur. Sana evet’ lememin şansı artar. Böyle düşünmelisin, bekleme direncini yükseltmek için. Seni seviyorum.
Hayatın şakaları
benim sana yaptıklarımdan ne kadar başka! Değil mi? Umulmadık bir zamanda,
umulmadık bir kişiyi, umulmadık bir yerde sana beklettiren çok kuvvetli bir
şaka bu, değil mi? Kabullenmelisin.
Ne
çok zaman oldu biz karşılaşmayalı! Nerden düştüm aklına böyle birden
bire? Bir sıfır galiptin giderken. Kuvvetliydin. Zaferliydin. Şimdi neden
yutkunmasan ağlayacak gibisin? Ağlamalısın. Belki sen de beni ağlatmışsındır
bir kerecik bile olsa. Konuşmayalım, akşam kalamam, yalnızca sevişelim dediğin
gün vardı ya hani.... Azap çekmelisin. Seni seviyorum.
Adam:-
Kadınlar nasıl giyinip süsleniyorlar
böyle her gün? O pantolon giyinirdi genellikle ama yazın gördüğümde uzun,
önden boydan boya düğmeli bir etek vardı üzerinde.. küçük ayaklarında
sandaletler.. alıkoyamadım kendimi bakmaktan. Nasıl şirin-şirin hareketleri
vardı yanındakilerle konuşurken.. oracıkta tutuldum ona. Uzun saçlım
benim, masklım, şakacı sevgilim. Görür görmez kaçırmalıyım seni.
Biliyorum gelmezsin sen. Bağırır çağırırsın. Tokat bile atarsın
belki..bacaklarınla tekmelersin beni. Kötü sözler söylersin, içime oturur.
Ama olsun. Görür görmez kaçırmalıyım seni. Bir bilsen ah gözümde nasıl tütüyorsun.. Halıda uzanışını görmek istiyorum yeniden. Koltuğun dibine yerlere nasıl düşmüştük? Sokuluşunu, koşulsuz teslim oluşunu.. Ne yapsam nereye sapsam sana çıkıyor yolum. Gel. Geç artık şu kahrolası sokaktan.
Bir daha bırakmam
seni. Alıp kaçırırım seni her şeyden, üşümekten,bütün sıkıntılardan,
bir daha incitmem seni. Eve gitmeliyiz artık. Senin için semaver aldım bilmiyorsun. Çekmeceli bir masa da almalıyım çalışman için. Bir kütüphane, bir daktilo, bir de hani senin istediğin gibi camdan yapılmış kalemlik almalıyım. Bir de... Aşk vermeliğim sana, kimsenin kimseye vermediği kadar çok ve koşulsuz ve bir bütün, kahvaltıda, çayın içinde, ıslak, seni seviyorum.
Yüzüm iyice beyazlaşmış
olmalı, her kes bana bakıyor. Gözlerim kararıyor, acıkmış olmalıyım. İnat
ediyorum seni beklemek için, inat etmeliğim. Neden geçmedin daha, geç mi
kaldın yoksa yine? Öyleyse koştura-koştura geçersin. Dikkatimi daha da çoklaştırmalıyım
insanlara. Ufak tefek bir güzelsin sen, kalabalıklar arasında kaybolabilirsin
de. Neler geçti başından kim bilir, nasıl yaşadın bunca zaman? Ben de
yoktum. Seni seviyorum. Resimde
solgun görünüyorsun. Acaba gerçekten mutsuz musun?umarım ki mutsuzsundur,
bana evetlemenin şansı artar. Ne çok zamanlar oldu biz karışmayalı...
neden düştün aklıma böyle birden bire? Bir sıfır galiptim giderken,
kuvvetliydim, zaferliydim.şimdi neden yutkunmasam ağlayacak gibiyim, seni
seviyorum. Başını çevirip
ağlamıştın bir gece, sen bilmiyorsun benim de ağladığımı. Azap çekmiştim.
Seni seviyorum.
Herkesin
ortasında, kimseden saklanmadan ağlıyorum şimdi bak, her kes bana bakıyor. sen
bakmıyorsun. Siyah kazağı
giymelisin muhakkak, benden taşıdığın bir şeyler olmalı. Kaybolmasın
diye öptüğün iz yüzümde duruyor, orada, tam öptüğün yerde.
Seni seviyorum. Kadın: -görür görmez kaçırmalısın beni. Vururum, bağırırım, tekme atarım. Kimsin ki bana dokunuyorsun? Hiçbir şey söylemeden çekip gitmedin mi? Cam kırılmadı mı? Söyle!.. sana kendini becertmeye hevesli yüzlerce binlerce kadın yaşıyor bak! Birini kendine özelleştir, hepsiyle yat! Benimle yatamazsın, sevişemezsin, konuşamazsın, gülemezsin, ağlayamazsın, yürüyemezsin, beni rahat bırak, beni rahat bıraaaaa Seni seviyorum. Keşke kaçırsaydın beni...
Kaçırmalısın.
Ölürüm de gelmem seninle, bu aşk bitti, dönüşüm yok. Soğuttun
beni, karşıma çıkma. Ölseydin incinmezdim bu kadar, ölmelisin.
Evet demem bir daha, selam bile vermem, yüzüne bile bakmam, tanımıyorum
seni. Biz mi seviştik halının üzerinde dardı. Daracığın içinde derin, sıcak,
saklı...
Hiç kahvaltı etmedik. Çay içmedik pencere önünde, balık yemedik,
rakı istemedik hangi garsondan, gitarı sevmedik. Kendimizi tutmadık öpmemek
için, o karanlık soğuk gürültülü barda kim bakıyordu? Karanlık soğuk
bar hiç yoktu. Varsa bile görmedim ben.iyice inanmak için yeniden yeniden-
yeniden söylemeliğim, gitmedim, gitmedim, gitmedim ben.
Sen mi çaldırıyordun telefonumu,
acele, meraklı, kızgın, kıskanç, sesini bilmiyorum, çıldırmalısın. Sen
mi fısıldadın kulağıma beni ne kadar çok sevdiğini ılık-ılık üç yüz
kere, fısıldamalısın. –melisin, -malısın, benim için zayıflamalısın.
Keşke kaçırsaydın beni.....................................
Ölürüm
de gelmem seninle, bu aşk bitti, dönüşüm yok artık, önümde durma, ardımdan
bakma, bakmalısın. Sen
mi sevdin beni sabahlara kadar yorgunluk nedir hissetmeden, yüzüne bile
bakmam, tanımıyorum seni, kırdın camı, karşıma çıkma.
Evine girmeliğim, yatak odana.......................................
Bir
de bakmalısın ki, olamaz!.. kapının arkasındayım. Gözlerine inanma,
yeniden-yeniden bak. Yeniden, yeniden ordayım. Ses bile vermem, ne ki bir sözcük!...
Ses bile vereme, ne ki bir sözcük!.. Dokun-malıyız Kapı arkasında. Sessiz, derin,
şaka, dar, dudak ısırması, halı, akşam, ölseydin incinmezdim bu kadar.
Beni nasıl orada bıraktın?
Adımlarını Konur sokağa çekmeliğim, bekliyor olmalısın.belki de
son bir şaka yaparız. Belki de biz gülmeyiz, başkası güler, çabuk-çabuk
geçeceğim, görmelisin beni, kalabalıktayım. Saçlarımı senin için açıyorum
bugün, beni tanı diye. Özle
Tutuklaş Titre diye. Şaşırmalısın. Duraksa Kilitlen Kalakal diye Gülümse Yürü Anımsa.
Seslen, yutkun, Gel diye. Adam:- Öyle kalakaldım, öyle tutuklaştım ki sana... şimdi daha çok öpcem seni, kapının arkasında, derin, sıcak, gizli, şaka, dar, dudak ısırması, hep... Konuşamıyorum bak...Korku titretiyor dudaklarımı... bana dönmezsin diye...GEL. Kadın:- içim
yosma bir gelincik gibi açılıyor gene de ama, şakalarım neden kayıp gitti
boynumdan? Çisil mi düştü yoksa? Sen hiçbir şey olmamış gibi davranmıştın
ya hani... gerçekten olmadı mı hiçbir şey? Her
şey bile mi olmadı? Adam:- Gel. Saçların yüzüme karışır. Seni.... Konuşamıyorum bak! Kadın:- yüzün, gözüme saydam resim. Saçların yazıya karışır. BİTTİ Bazıları
böyle bir konuşmanın hiç olmadığını söylüyorlar. Minicik bir göz-göze
gelme anından sonra ikisinin de başlarını çevirip yollarına devam
ettiklerini. Sanki bir şey olmamış gibi. Hiçbir şey olmuyormuş gibi. Bazıları
ise böyle bir konuşmanın olduğunu söylüyorlar. Adamın hemen gitmeyip, bir
süre yolun ortasında öylece kalakaldığını. Kadını arkasından bakakalmış.
Kalabalıklar arasında kaybolup iyice görünmez oluncaya dek. Sonra da yalnız
kendisinin duyacağı sessizlikle bir şey mırıldandığını söylüyorlar.
Yalnızca iki kelimelik bir sözden ibarettir bu mırıldanma. Seni seviyorum Ben
ise ne söyleyebilirim ki! Öykünün başından sonuna kadar, her ikisine de yüksek sesle ve yüz-yüze
söyletebilmek istediğim bir söz vardı. Kendilerini öylesine korudular ki,
başaramadım. Şimdi eksik kalmış! gibi hissettiğim bir yazının arkasından
ne söyleyebilirim? Dil sürçtü. Boğazda bir düğümlenme oldu. Başından
beri onlara boyun eğdiren gereklilik kipi, gövdenin yalpalamasına yenik düştü. Oysa bu –meli -malı belki de hayatlarında
ilk defa aşkın hatırınaydı.... Adamın
oturup beklediği kahveye girdim. Herkes,
zaman ekleri üzerine konuşmalar yapıyor, şimdiki zamanın bulunup bulunmadığına
ilişkin yüksek sesle konuşmalar yapıyor, masadan masaya atışıyorlardı.
Okuduğum o tuhaf öykünün beni daha çok kereler (neden gideceğimi bilmediğim)
bir çok yerlere götüreceğini şimdiden anlayabiliyorum. Gitmek üzereymiş gibi ayağa kalkan üç genç oğlan, yanı başımda duruverdiler. Kulak verdim. Birisi öyküde gerçeğin yazılmadığını, karşılaşmanın hiçbir biçimde gerçekleşmediğini söyledi. Ne yolun ortasında durup, yamalak yarım kurmaya çalıştıkları cümle parçacıkları, ne de minicik bir göz-göze gelme anından sonra başlarını çevirip düşmeden, ağlamadan, duraksamadan yürüdükleri yollar... Hiç birinin gerçekleşmediğini, randevunun tam zamanında kendisinin de dakikası dakikasına orada olduğunu, her şeyi sessizce izlediğini söyledi. Adam ikinci bir çay istemek için garsona bakındığında, Kadın, geçivermiş. Gitmiş! Ama
kadın buna inanamaz. Rica ederim benimle alay etmeyin çocuklar!.. Yıllar öncesinde yazdığım ve hiçbir yerde basılmamış, kimseciklere göstermediği bir öykü hakkında, en küçük ayrıntılarına kadar, bilmediğim bir şeyler anlatıyorsunuz!... Hayatımın bir akışı varsa eğer; bu akışı temelinden değiştirecek bir randevunun böyle saçma-sapan, saniyelik bir kazayla gerçekleşemediğine nasıl inanabilirim?.. Nasıl? Nasıl? Nasıl inanabilirim?.. İnanacak olursam eğer, bu inancın hüznüyle baş başayken, yaşamaya nasıl devam edebilirim? Üstelik o soğuk –...meli -...malı ekleri hayatımda ilk defa aşkın rüzgarlarıydı... Belki de son defaydı, belki de son defaydı...belki de soo... Seni seviyorum. |